Celî Dîvânî yazı, dîvânî yazının kullanımından sonra gelişmiş bir yazıdır. Dîvânî yazı Selçuklular döneminden itibaren kullanılmakta olup, bu döneme ait eldeki örnekler dîvânînin gelişmemiş biçimlerini yansıtmaktadırlar. Osmanlı devrinde, özellikle Fâtih Sultan Mehmed döneminde ülkemizde Kadîm Tâlîk olarak bilinen Şikeste yazısı da ele alınıp geliştirilmiş ve tamamen Osmanlı sanatçılarının geliştirdiği yeni bir yazı karakteri olarak hat tarihine kazandırdıkları Celî Dîvânî yazı doğmuştur. Bu yazı günümüze kadar gelişmesini sürdürerek gerek harf anatomileri gerekse kompozisyon yapılarıyla zaman içerisinde evrimleşip XX. Yüzyıldaki biçimine kavuşmuştur.
Dîvânî yazı, devletin resmi yazısı olma sıfatıyla, padişah fermanları başta olmak üzere menşur, şikâyet, mühimme ve ahkâm defterlerinde, resmi kararlarda ve devlete ait belgelerde kullanılmıştır. Dîvânî kelimesi de devlete ait, dîvâna ait anlamına gelmektedir. Fatih döneminde dîvânî yazısının bugünkü biçimindeki kaide ve usullerini ortaya koyan Tâceddin῾dir. Daha sonraları bu yazının gelişmesine hizmet eden hattatlar İsmail Çelebi, Ayn Ali Çelebi, Hüdhüd Ali Çelebi, Sâf Muslî Çelebi, Tâcîzâde Câfer Çelebi ve Matrakçı Nasuh olmuştur. XVII. Yüzyılda dîvânî yazının ideal örneklerine rastlıyoruz. XIX. Yüzyılda ise bu yazının en güzel formları temayüz etmiş bulunuyor.
Dîvânî hattının basit kırması ve daha geliÅŸmiÅŸ olan dîvânî celisi çeÅŸitleri vardır. Ancak celî dîvânî, dîvânî yazının celîsi deÄŸildir. Tamamen farklı bir karakterdir. Hat tarihinde her yazının isminin başına ‘celî῾ kelimesi geldiÄŸinde, yazı karakteri deÄŸiÅŸmemekte, ancak o karakterin kalem kalınlığı deÄŸiÅŸmektedir. Dolayısıyla celi kelimesi büyük anlamında kullanılmaktadır. Oysaki celî kelimesi, celî dîvânî yazısı için dîvânînin büyüğü anlamına gelmemekte, tamamen farklı bir karakterin ismi olmaktadır. Osmanlı Sarayının adeta özel bir yazı karakteri olarak kullanılmaya baÅŸlanmış ve devam etmiÅŸtir. PadiÅŸah fermanlarında ve devlete ait resmi evrakta tuÄŸranın altında yer almış ve görünüşü itibariyle de devletin haÅŸmet ve azametini simgeleyen görüntüsüyle fermanların gücünü ifade etmiÅŸtir.
Celî Dîvânî yazı karakteri Osmanlı devrinde yalnızca saray evrakında kullanıldığından ve sanat yazısı olarak kabul edilmediğinden, yazanın ismi de mevcut bulunmamaktadır. Bu durumda bu yazının gelişme seyrinde rol alan hattatların isimleri bugün bilinmemektedir. Ancak son dönemde hattatların da isimleri yazılı olduğundan, bu yazıyı en iyi yazan hattatların bazılarını tanıma fırsatını elde etmiş bulunuyoruz. Sâmi, Hacı Kâmil, Nâsih, Recâi ve Aziz Efendiler, Hakkı, Ferid , Süreyya Beyler, Halim ve Hâmid Efendiler bu konuda tanınmış isimlerdir.Cumhuriyet döneminde ise Celî Dîvânî yazıyı farklı bir kompozisyon ve içerik açısından ele alan Prof. Emin Barın (1913-1987) ise bu yazının geleneksel biçiminden farklı bir tarzda yazılmasının yolunu açmış bulunmaktadır. Günümüzde bu yazıyı yazan çok sayıda yaşayan hattat bulunmaktadır. Tüm İslâm dünyasına dağılmış olan bu hattatların isimlerini burada eksiksiz olarak zikretmek mümkün olmayacaktır. Onun için yaşayan celî dîvânî yazan hattatlarımızın isimlerini buraya yazmaktan imtinâ etmiş bulunuyoruz.
Celî Dîvânî yazı Osmanlı sarayında yeminli hattatlar tarafından yazıldığından, saray dışına çıkmamış ve müstakil hattatlar tarafından sanat yazısı olarak kullanılmamıştır. Ancak Osmanlıların son dönemlerinde artık bu kural yavaş yavaş gevşemiş ve dînî metinler de dahil olmak üzere, her alanda kullanılmaya devam edilmiştir. Devletin resmi işlerinde kullanılan celî dîvânî yazı, genellikle silinme ve kazınmaya müsait olmayan aharsız kağıtlara yazılmış ve hükümlerin değiştirilmemesi ve yazıda bir tahrifat yapılmasının önüne geçilmiştir. Yapılan imlâ hataları ve kelime yanlışlıkları olduğu gibi bırakılarak devam edilmiş, harfler sıkça birbirlerine yanaştırılıp yazılmak ve boşluklar tirfil ve çeşitli süs işaretleriyle iyice doldurularak yabancı bir kelimenin daha sonra ilavesine fırsat bırakılmamıştır. Bu şartlar altında yazılan yazının, sonradan değiştirilmesine imkan olmayacaktır.
Celî Dîvânî Yazıda Anatomik Özellikler
Dîvânî ve Celî Dîvânî yazılar esasen Tâlîk ve Tevkî yazılarından doğmuş ve gelişmiştir. Daha ziyade tâlik yazıdan, şikeste tâlîk denen cinsinden doğmuştur. Bu yazı tam anlamıyla Osmanlıların geliştirdiği bir yazıdır. Aklâm-ı Sitte yazılarından değildir. İlk dönem XV. yüzyıl başları ve ortalarındaki örnekleri itibariyle tâlîk yazıya büyük oranda benzerlik ve çağrışım göstermektedir. Hatta tâlîk yazının hafifçe sağa olan meyli de uygulanmıştır. Harflerin kâseleri tıpkı tâlîk kâseleri gibi yapılmakta ancak biraz daha büyükçe tutulmaktaydılar. Elif ve Lâm harfleri ise uzunca yapılarak belirginleştirilmekte ve okumayı kolaylaştırmaktadır. Keşideler tâlîkteki düze yakın uzantılar yerine, şikestedeki hareketler abartılarak uygulanmakta ve daha kıvrımlı ve dairevî hareket ve kavislerle desteklenmektedir. Daha sonraları XVIII. Yüzyıldan sonra ise harf anatomilerinde iyiden iyiye bir belirginleşme ve değişim gözlenmektedir.
Bu yazının bâriz özelliği harf anatomilerinin, Aklâm-ı Sitte yazılarına göre oldukça hareketli ve kıvrak, süslü ve dekoratif bir görünüme sahip olmalarıdır. Harflerin büyüklükleri kendi kalemine göre sülüs yazısına oranla biraz küçüktür. Fakat bazı harfler ise tam aksi, sülüs formlarından büyüktürler. Harflerin algılanmaları sülüs ve nesih yazıya göre biraz daha güçtür. Celî dîvânî dal ve fe harfiyle Lâmelif harfi, sülüse göre oldukça farklı bir biçimde olduğundan daha zor okunurlar. Harf eğimleri yine Aklâm-ı Sittedeki harfler gibi sola meyillidirler. Ancak bu meyilin ölçüsü oldukça serbesttir. Aklâm-ı Sitte yazılarındaki kesin ve katı harf ölçüleri bu harflerde yoktur. Harflerin ölçüleri, form tutarlılığı ve güzelliği gözetilmek kaydıyla hattat tarafından değiştirilebilir. Hatta harflerin formunda hattata oldukça geniş bir yetki bırakılmış ve bazı lokal tasarruflar yapılabilmiştir. Örnek olarak zikretmek gerekirse; Sin harfinin dişleri birbirlerinden çok farklı formlarda yapılabilmiştir. Bazen sivri ve keskin yapılırken bazen de dalgalı ve küt yapılabilir. Keşidelerin kavis ölçüleri ve büyüklükleri istenildiği gibi değiştirilebilir. Harflerin dönüş yerleri ve bağlantılarında da hattat kendi inisiyatifini rahatlıkla ve özgürce kullanır. Yazılırken ölçüyü tutturmak gayesi olmadığından, hattat tarafından oldukça hızlı, kıvrak ve rahat yazılırlar. Harflerin yapısı adeta rakseden bir figür gibidir. Harf büyüklükleri de keza hattat tarafından tespit edilerek yazılırlar. Aynı kalem kalınlığı ile birbirlerinden çok farklı büyüklükte harflerle yazı yazan hattatlar bulunmaktadır. Hemen bütün harflerin, kalem ucuyla yapılmış ince çizgi ve uzantıları mevcut olup, dekoratif bir yapıyı ortaya koyarlar. Harf eğimleri ve harflerin bölümleri arasındaki muvazene de keza değiştirilerek yazılabilir. Küplü harflerin küp formları ile keşideli yapılan harflerin keşide uzunluklarında da tasarruflar yapılabilir.
Bazı harflerin kuyruklarında yapılan uzantı ve dekoratif esprilere de rastlanır. Cim, Ayn, Mim harflerinin kuyrukları uzatılarak fiyonk biçimleri verilebilir. Kef harfinin sereni de keza istenildiği gibi yapılıp, kıvrılarak dekoratif ornemental hareketlerle süslenebilir. Bazı harflerin anatomik parçalarının yapısının belirli bir formu yoktur. Ha ve Ayn  harflerinin başları hattatın tercih edeceği bir formda yapılabileceği gibi, o anda hissedilen çok farklı bir form ile de yapılabilir. Elif, Lam, Tı ve Kef harflerinin zülfeleri  ise Aklâm-ı Sitte harflerinden oldukça farklı bir tarzda yapılmışlardır. Yukarı doğru uzantının başına ve bu çizginin sol tarafına adeta bir kakül takılmışçasına hareketli bir ince çizgiyle zülfeler yerini bulmuştur. Bu zülfe formları, tıpkı Osmanlı sancaklarının baş tarafında bulunan ve sarkan süs tüylerini andırırlar ve savaşa giden bir ordunun sancak ve mızraklarının ucunu hatırlatırlar. Harflerin genelinde düze yakın veya düzce bir çizgi bulunmamaktadır. Daima kavisli ve hareketli çizgilerle dinamik bir görünümdedirler. Harflerin bitiminde yapılan kıvrım ve ince hareketlerin yönü, kendisinden önce ve ya sonra gelen harfin anatomisine zarar vermeyecek şekilde yön bularak akarlar. Bu yazının esası dekoratif unsurları barındırdığından dolayı zaman zaman harflerdeki çanak kısımları veya keşidelerin tam ortalarına denk gelen kısmında kalem kaldırılıp biraz boşluk bırakılarak yazıya tekrar devam etmek suretiyle dekoratif yapı daha da zenginleştirilir. Hatta bu kesik kısa çizgiler bazen 2 veya 3 adete çıkarılarak harfe daha da süslü bir hava kazandırılabilir.
Sonuç itibariyle celî dîvânî harfler; hattatın bilek ve espri gücüne bağlı olarak genel yapılarını korumak kaydıyla, anatomilerinde oldukça değişiklik yapılabilecek bir karaktere sahiptirler. Ancak bütün çizgi sanatlarında olduğu gibi burada da, genel kural, optik denge ve çizgi güzelliğini kaybetmemektir. Farklı kreatif unsurlar ve kıvrımlar hattat tarafından gerekli görüldüğü hallerde ve yerlerde uygulanabilir. Kanaatimizce bir yazıda bu kadar serbestliğin olması ilk bakışta sanatkârı rahatlatan bir unsur gibi görülebilir. Ancak, kurallı yazıyı yazmak, kurallara uyma derecesinde kolaydır ve rizikosuzdur. Fakat celî dîvânî gibi yarı kurallı yazılarda kreatif uygulamalar her zaman için rizikolu olup, sanatkârın tasarım gücüne göre başarılı veya başarısız olabilmektedir. Kreatif anatomik formları yakalamak çok zordur ve hattatın form bilgisi ile yakından ilgilidir. Özellikle de yazı anında bu kreasyonu yakalayıp yazıya uygulamak hiçte kolay görünmemektedir.
Celî Dîvânî Yazılarda Kompozisyon
Celî Dîvânî yazı başlangıç itibariyle özel ve devletin resmi yazısı niteliği taşıdığından genellikle ferman, menşur ve berat yazıları gibi hüküm ifade eden belgelerde yer aldığından özel bir kompozisyon şekliyle yazılmaya başlanmıştır. Bu dönemde uzun metinler söz konusu olduğundan satırlar da uzun olarak tasarlanmıştır. Yazıda sonradan bir değişiklik yapılamaması için de satırlar girift bir tarzda istiflenmiştir. Öyle ki kelimeler arasına hiçbir ibâre hatta harf dahi sığamayacak biçimde satır istifleri düzenlenmiştir. Aradaki doğal boşluklar ise yine ilâve kelimelerin konamayacağı şekilde küçük tirfil ve süs işaretleriyle doldurulup hiçbir boş alana meydan bırakılmayacak biçimde satırlar tamamlanmıştır. Satırların başlangıç ve bitimleri de özel emniyet tedbirleri alınarak düzenlenmiştir. Satır başları ovalimsi bir biçimde metne başlamaktadır. Bu form, satırın başlangıcına herhangi bir ilâveyi asla mümkün kılmamaktadır. Satır sonlarında ise yine hafif yukarı doğru istif yön değiştirerek ve sonuçta da sivrilmiş bir biçimde satır tamamlanmaktadır. Satır sonlarına da bu forma müdahale edip herhangi bir ilâve yapılamamaktadır. Sonuç olarak satırların ne başına ne de sonuna ilâve bir kelime veya rakam konma imkânı tamamen ortadan kalkmaktadır. Ayrıca bu satır formları genel biçimleriyle kılıç ve Osmanlı palasının şekline de benzediğinden, padişahın veya hükümdarın(vezir, vali, vb.) gücünü ve otoritesini de ayrıca simgelemektedir. XVIII. yüzyılın başlarına gelene kadar bu satırların alt ve üst kısımları çok kesin bir düzlük göstermeyip doğrusal bir biçimde yazılırlardı. Bu yüzyıldan sonra ise, celî dîvânî satırların alt ve üst kısımları gayet kesin ve düzgün bir doğrusal çizgi oluşturacak şekilde kompoze edilmişlerdir. Öyle ki tirfiller de bu sınır çizgisini netleştirecek şekilde iki satır çizgisi arasındaki boşluğa dengeli bir şekilde dağıtılmışlardır.
Satır kompozisyonlarında bazen satırın herhangi bir yerinde bir veya iki kere keşideli harflerin yer almasıyla satırdaki doluluk ve uzun satırların okunma sıkıntısının bir nebze olsun önüne geçilmiştir. Bu keşide boşlukları aynı zamanda estetik bir görüntünün de oluşmasını sağlamaktadırlar. Yine uzun ve dolu istif görünümüyle tekdüze bir görüntüye sahip olan satırların monotonluğunu bozmak ve hareketlilik esasına dayanan bu yazının hareketliliğini daha da artırmak maksadıyla aşağıya doğru uzanan harflerin uzantıları satır çizgisinden taşıp aşağıya doğru sarkmaktadır. Mim, Ayn gibi harfler buna müsait anatomik yapıdadırlar. Aynı şekilde yukarıda da üst satır çizgisinin üzerine özellikle Kef harfinin sereni taşırılarak konmak suretiyle aşağıda yapılan rahatlama hareketi yukarıda da tekrarlanmış olmaktadır. Bu alt ve üst satır çizgilerinin yukarı ve aşağısına taşması birbirlerini dengeleyen ve optik olarak da dengeye ulaşılmasına yardımcı olmaktadır.
Celî Dîvânî yazıdaki istif kâideleri diğer celî yazılardaki istif kâideleriyle paralellik göstermektedir. Satırdaki harflerin yoğunluğunun homojen olması, teşrîfat kurallarına uyulması, harflerin kesişen yerlerinin birbirlerinin önemli anatomik özelliklerini kapatmayacak şekilde ayarlanması ve çizgiler arasındaki eğim ve ahengin paralellik göstermesi gibi husûsiyetler aynen bu yazıda da uygulanmaktadır.
Satır istiflerinde aslolan harflerin anatomisiyle temel kompozisyonun halledilmesidir. Tirfillere ve süs unsurlarına mümkün olduğunca az yer bırakılmalıdır. Daha sonra tirfil, hareke ve süsleyici unsurların kalem kalınlıkları da mümkün olduğunca ince tutulmalıdır. Zira çok hareketli ve kalınlığı itibariyle celi yazıya göre daha naif olan harfler arasında bu tirfiller, yazının genel istif güzelliğini örterek hem estetik kayba hem de okunmaya zarar verecektir. Genel bir kural olmamakla birlikte tirfillerin kalem kalınlığı esas yazı kalınlığının ¼ ü veya daha incesi olmalıdır. Zaten çok sık konan bu tirfillerin fonksiyonu yalnızca boşlukları doldurmaktır. Celi sülüs yazıda kullanılan tirfillerin dışında noktalar ve kısaca yapılan küçük çizgiler de ilâve edilmişlerdir. Bundan maksat, çok tirfil gerektiren bu yazıda , aynı tirfilin yan yana bolca kullanılmasından doğan tatsız görüntüyü engellemektir. Bu süs unsurları konarken birbirlerinden eşit uzaklıkta ve yan yana aynı tirfilin gelmemesine özen göstermek gerekmektedir.
Celî Dîvânî yazı kompozisyonlarında hattatın tasarruf yetkisi diğer Aklâm-ı Sitte yazılarına göre daha fazladır. Harflerin anatomisinde istifin durumuna göre ölçülerde oynamalar yapabildiği gibi farklı bağlama formlarını da kullanabilir. Burada esas olan ortaya çıkan formun göze hoş gelecek tarzda uygulanmasıdır.
XX. yüzyıla gelene kadar celî dîvânî yazıların genel formu klasik uzun satırlar şeklinde idi. Osmanlıların son dönemlerinde ise artık bu yazı nev῾i, sadece dîvanda yazılmayıp hattatlar arasında başka ibarelerin yazılmasında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu serbesti, celî dîvânî yazının kompozisyon biçimini de etkilemiştir. Önceleri çok uzun metinler yazılırken, bu yüzyılda daha kısa metinler de yazılmaya başlanmış, dahası birkaç kelimeden ve hatta bazen tek ve kısa kelimelerin bile yazılması gerçekleştirilmiştir. Bu ise klasik satır formundan uzaklaşılarak çok farklı formlarda da celî dîvânî yazı kompozisyonlarının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Celî sülüs yazılarda kullanılan yuvarlak, beyzî, kare, dikdörtgen ve armudî formlarla birlikte serbest formların dahi kullanıldığını görebilmekteyiz. Günümüz hattatları, artık celî dîvânî yazı ile çok farklı kompozisyonlar tasarlamakta ve oldukça da başarılı eserler ortaya koymaktadırlar.
Celi sülüs yazıda kullanılan müsennâ kompozisyon biçimi, celî dîvânî yazıda pek kullanılmamakla birlikte, istisnâ da olsa bazı güzel denemelerin yapıldığına da şâhit olmaktayız.
Temennîmiz odur ki, önceki dönemlerde bu yazının kuralları disiplinli bir şekilde ortaya konmamış, harf anatomileri deşifre edilmemiştir. Her ne kadar diğer yazılar gibi katı anatomik yapıları olmasa da, celî dîvânî yazan günümüz hattatlarının, bu yazının anatomik kuralları üzerinde çalışarak, belirgin özelliklerinin tespit edilmesi gerekmektedir. Böylece ileride dejenere bir celî dîvânî yazı karakterinin ortaya çıkması da önlenmiş olacaktır. Bilindiği üzere serbest sanat çalışmalarının günün birinde mutlaka dejenerasyon tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı muhakkaktır. Her zaman geçerli olan bir sanat prensibini tekrarlamakta fayda görüyorum. Estetik ölçülerde farklı yorumlara evet, ama dejenerasyona hayır.
Savaş Çevik
Ä°stanbul, 14 Ekim 2015