kalemguzeli.org, 22 Nisan 2013῾te ahirete intikal eden Merhum Hattat Prof. Dr. Fevzi Günüç῾ün aziz hatırasına, talebelerinden Hattat Mustafa Cemil Efe῾nin Yedi İklim Dergisi Fevzi Günüç Özel Dosyası için kaleme aldığı denemeyi bu dergiden alıntılayarak sunuyor.
Â
Bir Destegül Sabahı
Mustafa Cemil Efe
"Gözlerimin içine mahzun mahzun bakışından ne söylemeye çalıştığını anlıyorum." dedi ve gülümsedi. Gözlüğü burnunun ucuna kadar gelmişti, tek parmağıyla kaşlarının ortasına kadar kaldırdı ve konuşmasına bir soruyla devam etti: "Demek sülüs yazmak istiyorsun." Ben "inşallah, nasıl uygun görürseniz hocam." diyerek mukabele ettim.
Biraz bekledi, önündeki kalemlere takıldı gözleri ve sonra "Hadi, hayırlısı olsun. Haftaya Şevki Efendi῾den ῾Rabbi yessir῾ yaz, getir." dedi.
Beni bu kelimeleriyle içine aldığı maceranın sonraki zamanlarında hep öğretti ve nihayetinde hiç de elinde olmadan terk etti.
Beyaz kanatlı bir güvercin Kubbe-i Hadra῾ya konduğunda, gün henüz ağarıyordu. Üçler Mezarlığı῾nın otları üzerine düşen çiğ damlaları, kabirlere hoş bir nağme fısıldayarak yavaştan toprağa doğru kayıyorlardı. Meram ile Üçler arası çok uzak sayılmaz, şimdi Sultan Selim Camii῾nden Saba makamında duyulacak ezan Meram῾da bir üstadı uyandıracak ve kendine doğru çağıracak. Geçmiş günün tüm emareleri çehresinde olan üstad şimdi bir rüyada...
Devasa bir masa üzerinde, boyutları kestirilemeyen kâğıda Kelime-i Tevhid yazıyor, hani hep söylediği, yazmak istediği yazı. Kendini bembeyaz kıyafetler içerisinde yazı yazarken izliyor ve öyle eşsiz bir keyif alıyor ki... Şimdi bu görüntünün üzerine Sultan Selim Camii῾nin ezanı nakşoluyor. Hem bu dünyadan Rahmanî bir ses hem bilinmeyen dünyadan insanî rüya bir araya gelip gözlerini aydınlatıyor.
Yüzünde hafiften bir gülümseme, kalkıyor, omuzlarını yavaştan geriye doğru iterek "Elhamdülillah..." diyor. Osmanlı işi sehpanın üzerinde duran gözlüklerine uzanacak gibi oluyor, fakat vazgeçiyor. Abdest alıp geri döndüğünde biraz daha acele etmesi gerektiğini anlamış olacak ki hızla giyiniyor, gözlüğünü takıp aynaya bakıyor. Aynada görüyorum onu; beyaz gömleği, kahverengi kadife pantolonu ve siyaha yakın deri ceketiyle. Gözlerinin altında hafif şişkinlik, saçları alaca ama omuzları dik, sırtı düz ve vakur...
Ayakkabılarını giyip çıkmadan önce Sinan῾ın yanına gidiyor ve "Uyan oğlum, namazını kıl. Anneni de uyandırmayı unutma." diyor. Sinan῾ın yanından ayrılırken gözlerinde görüyorum, şimdi evlenmiş kızını ve diğer oğlu Fatih῾i hatırlıyor. Onları da kim bilir kaç sefer kaldırmıştı namaza, kim bilir Sinan kaç kez güldürmüştü onu.
Kapıyı incitmeden kapatıyor ve sokağa çıkıyor, hava henüz karanlık. Arabasına binip şehrin kalbine doğru sürüyor. Bugün Cumartesi, ders günü ve üstad her Cumartesi gibi, bu Cumartesi de heyecanlı.
Mevlana Hazretleri῾nin kabr-i şerifini uzakta görününce hemen bir selamla "Fatiha" gönderiyor. Caminin yakınlarına gelip arabasını park edip namaza yetişiyor. Biliyorum, ne zaman Sultan Selim Camii῾nde namaz kılsa, hep aklı Ömer Vasfi῾ye takılır, onu yâd eder.
Namaz bitip tespih çekilirken de Ömer Vasfi elinden dökülen Cihâr-ı Yâr-ı Güzin῾e tek tek bakar ve her seferinde şaşkına döner.
Şimdi camiden çıkıyor, türbe-i şerifin kapısına kadar gelip bir de burada dua ediyor. Sonra saate bakıyor, henüz vakit erken. Üçler῾e gitmeli, Hacıveyiszâde῾nin kabrinde dua etmeli, kabir sakinlerine Fatiha okumalı.
Yolun karşısına geçip aralık olan kabristan kapısından giriyor, yüzüne ılık bir rüzgâr çarptığında biliyor ki bu kabristanda nice büyükler var. Sağ eliyle sol elinin başparmağını tutarak ve dilinde sessiz dualarla yürüyor, yürüyor, ileride Hacı Veyis Camii῾nin tek minaresinin kılavuzluğuyla Hacıveyiszâde Hazretleri῾nin kabrine kadar geliyor.
Bana bir başka zaman bu kadar şaşırır mısın deseler, zannedersem şaşırmam. Hocayı bana doğru gelirken gördüğümde önce inanamadım, iyice dikkat kesildikten sonra emin oldum ve mahcup bir eda ile olacakları merak ettim. Yine gözlükleri burnunun ucuna kadar gelmişti o haliyle bilginleri andırıyordu. Hoca, elli küsur seneyi geride bırakmış ve bu zaman diliminde herkesin de malumu olduğu üzere durmadan çalışmış, kendi kendini hırpalamış bir insan. Simdi bana doğru geliyor ve ben yılların yorgunluğunu onun gözlerinde okuyorum. Gençliği, heyecanlan, koşuşturması hiç bitmeyen bu insan, herkesin son durağı olan bu kabristanda ve sabahın mahmurluğu ile pek durgun ve sessiz. Dudakları kabristanın girişinden beri kıpır kıpır ve neden sonra beni görüyor. Şaşırdığını anlıyorum, bana "Hayırdır Cemil, ne yapıyorsun burada?" diyor. Gülümsüyorum ve o şaşkınlıkla "Hocam, namaza Hacı Veyis Camii῾ne gelmiştim. Sonra da Hacıveyiszâde῾nin kabrini ziyaret edeyim diye düşündüm. Yoksa siz de mi camideydiniz, göremedim." deyince "Yok yok, ben Sultan Selim῾de kıldım ve tıpkı senin gibi düşünerek buraya geldim." diyerek kabrin başına geçiyor.
Hoca kendisini şaşırtan olaylar karşısında kısa süreli bir tepkiden sonra, hemen eski vakur haline döner, sanki az önce aniden bir şey olmamış gibi davranabilirdi. Bu tavrının teslimiyet duygusunun ondaki tezahürü olabileceği hep aklıma gelmiştir.
Ben epeyce bir süre onu izledim. Dolgun yanakları, çöllerdeki kum tepeleri gibi yumuşak elleri ve dik duruşuyla işte bugün, bu üstad bana "Rabbi yessir yaz." diyecekti. Kaderin şu garip cilvesine bak ki çıkılan yolun kapısında karşılaşıyoruz. Burası yola hem giriş hem de çıkıştır nasılsa.
Birazdan birlikte yürüyoruz hocanın geldiği tarafa doğru. İşte ben üstadımla, en son noktada, onun yarım adım gerisinde yürüyorum. Hava aydınlanıyor, kuşların sesleri kulaklarımızı doldururken ruhumuzun en içine enfes bir iğde çiçeği kokusu geliyor. Hocamın derin derin bu kokuyu çektiğini görüyorum ama fazla sürmüyor, hemen hapşırıyor. Sonra bana dönüp "Alerjim var ama ne kadar güzel kokuyor." diyor.
Yavaştan bize o eşsiz kokusunu sunan iğde ağacının yanına geliyoruz, boynunu aşağı doğru eğmiş ve dalında güzel bir kuş şarkı söylüyor. Kendimi kuşun nağmelerine bırakıyorum, neden sonra bir sessizlik oluyor. Bakıyorum, kuş yok. İğde ağacı güneşte ışıl ışıl yanıyor ve gölgesiyle serinlettiği dallarının altında henüz kapatılmış bir kabir, eşsiz güzellikte, bembeyaz bir mermer taşı var. Yavaşça yanına yaklaşıp okuyorum:
"Küllü men aleyhâ fan"
"Merhum ve Mağfurun lehâ Hattat-ı Şehir Profesör Fevzi Günüç Ruhuna Fatiha"
Yedi İklim Dergisi, Sayı: 280, Temmuz 2013.